29 Kasım 2012

haya(l)t bilgisinden sınıfta kaldık....

Bir yerde okumuştum bu satırları, diyordu ki orda;
"Varlığımızı arttırdık ama değerlerimizi yitirdik. Hayata yıllar ekledik, yillara hayat katamadık.
Uzaya ulaştık ama ruhun derinliklerine inemiyoruz.  Havayı temizledik ama ruhları kirlettik.
 

Atomu parçaladık, önyargılarımızı yıkamadık. Çok yazıyor ama az gelişiyoruz..
Daha çok plan yapıyoruz ama daha az sonuç

alıyoruz.
Acele etmeyi öğrendik ama sabırlı olmayı asla..
Tanıdıklar çoğaldı, dostlar eksildi..." 

Ne güzel de özetlemiş yaşantımızı..

Ah be hayat..

Aşklar çoğalırken, hayal kırıklıkları tükenmişlikler artarken, biz azaldıık ölesiye....
Öyle ki duyarsızlaştık. öyle ki yalnızlaştık....
tebessümlere hüzün bulaştı..hissizleşti aşklar..hissizleştik...

Her şey an'lık...

Ah be hayat....

*****

Herşey kolaylaştı ama yaşamaktan yorulduk be sahi...
Sahi yorulduk mu?
Bu kadar çabuk mu?,
Bilemiyorum... Bu kadar çabuk belki de..

Çok çabuk alışıyoruz, çok çabuk yoruluyoruz..
Çok çabuk kırılıyoruz...
Çok çabuk vazgeçiyoruz belki...
Çok  çabuk pes ediyoruz..
Çok çabuk dağlıyoruz...
Hiç toparlanamıyoruz bazen..
Aşk arıyoruz..hayal kırıklığı buluyoruz..
Sevgi arıyoruz, kendimizi bile sevemiyoruz..
Umut arıyoruz, yokluğun yoksulluğu dayanıyor gönül kapmıza...
Gülmeyi düşlerken ağlamak düşüyor avucumuza.. 
Umut bazen işe yaramıyor mesela..
Umut insanoğlunun oyuncağı adeta, oynayabilidiğimiz kadar oynayıp duruyoruz..

Bazen de göğe açıldığımız penceremiz oluyor umut; zaman zaman nefes almayı deniyoruz ordan..Bazen de düştüğümüz yerden bizi kaldıracak  pusulamız,kaybetmeyelim elbette onu...

Gülmek, gülümsetmek, yüreğimize mutlu tebessümlerin konmasını hayal etmek varken, kim isterki hayal kırıklğına  uğramayı, kim ister  mutsuz olmayı, kim ister hayatın yokuşundan hızla yuvarlanmayı...Kim ister!?

"Hep mi kalbimiz kırılacak bizim be İsmail?"diyor ya Yavuz, Leyla ile Mecnun'da..

İşte öyle;
Hep mi kalbimiz kırılacak bizim bu hayat oyununda be?
Hep mi hayat bize çelme takacak..
Hep mi bizi savuracak rüzgarında...
Hep mi sınıfta kalan olacağız biz..
Ah  be hayat....
Ahh....


.


06 Kasım 2012

5n1k....


Hayat canını sıkarsa, nefes al geçer...

***

Neden her zaman kaçan kovalanır?
Niye insanlar yalan söylerken gözlerini kaçırırlar(gerçi gözünün içine baka baka yalan söyleyenler de yok değil)?

Zaman mı geçer insanın  bir nefeslik ömründen; insan mı zamanın içinden geçer  yoksa yorgun düşleriyle?

Ve kediler neden dört ayak üstüne düşerler?

Nerede bir kelime görsem boynu bükük, kucaklamak istiyorum, neden?
Çünkü ben "yalnız"ları seviyorum, ya sen?
Öznesi olmayan  cümleleri kim kapattı içime, kim?
Mütemadiyen kelimelerden ürküyorum...
5n1k...

12 Ekim 2012

kilitli kalmışız bir yerlerde...

 "Yaptıklarımız daha çok eski alışkanlıklar...
Konuşmalarımız elli kelimelik bir bulmaca..."
(H.Günday)

*****
Ne çok susuyoruz öyle, anlatacak onca çok şey varken..Sözler kilitli kalmış yüreklerde; çözmeye mecalimiz yok..

Bir yerlerde depremler oluyor, bir yerlerde hayatlar yok oluyor, bir yerlerde savaşlar hız kesmeden devam ediyor, bir yerlerde insanlar haksızlığa uğruyor, bir yerlerde insanlar birbirinin üstüne basarak ezip geçip bir yerlere gelmeye çalışıyor.  Bir yerlerde çocuklar, masum insanlar katlediliyor, bir yerlerde hayat tüm acımasızlığıyla devam ediyor velhasıl..
Bencillik, adaletsizlik, vurdumduymazlık zulüm diz boyu...
İnsanlar insanlıktan çıktıkça, dünya tersine dönüyor git gide...

İnsanlar tedirgin..Üzgün..Yorgun..U/mutsuz..Yalnızlaşmaya mahkum..
Mutluluğu aramaya kimsenin cesareti yok...
...

Yüreğimizdeki depremler hele? Sahi onları hiç sormayın, artçı sarsıntıları hiç bitmiyor..
Hayat her an sürprizlerle dolu..
Sürprizleri seven var mıydı(yüreciğinizi gülümseten hoş sürprizler hariç tabi)?
Emrivaki yapılmasından hoşlanan peki?..Ben pek sevmem de...
Hayat gerçekten adaletsiz ve sürprizlerle dolu; başedebilmek için taş gibi yüreğe sahip olmak gerekiyor...Taş kalpli olmak demedim bak, sağlam bir yürek ve sabır..Taş gibi dimdik ayakta durabilmek...
Söylemesi kolay tabi..
...

Hayat  seni sana gösterirken, seni sana anlatmıyor, sen anlayacaksın onu....
Anlamalısın, anlamak zorundasın, başka çaren var mı?
Çünkü hayat seni düşünmez sadece alıştırır..
 
....

seylabe(derin) 

*****
dipnot; bu arada ne çok iki nokta kullanmışım öyle; şimdi farkettim..üç noktadan iki noktaya...nerden nereye..sonra belki de tek nokta...sadece nokta...
...

11 Ekim 2012

tutsak...

Karşıdan baktım yar geliyor...
Sözlerin bana har geliyor...
Çağırın gelsin  sahibim
Bu ev artık bana dar geliyor..
diye bir mani tutturasım geldi bu köpekciği göürünce...

Bence bu zavallı  köpekcik de  içinden bu maniyi söylüyordur heralde(bu arada bu mani fotoğrafa bakılııp seylabe tarafından şipşak uydurulmuştur;)

Fotoğraflardan gidiyoruz bu ara gerçi ama olsun, bir süre böyle gitsin istiyorum..
Fotoğrafların üzerine konuşmak/söz yazmak hoşuma gidiyor sanırsam..

Bu arada sloganı da unutmayayım da bari ,onu da  yineleyeyim;
Her fotoğraf bir hayattır...ve her hayat bir fotoğraf...
Öyle işte...


08 Ekim 2012

kim buraya çöp koyarsa...!! ?



boşuna beklemeyin, bir şey yazmayacağım ki....
her fotoğrafın kendi dili var zaten...
buyrun bakalım...

27 Eylül 2012

sonbahara dair(her fotoğraf bir hayattır)...

Şimdi bu fotoğrafın altına, şöyle sonbahara uygun güzel bir şeyler yazmak vardı ama o kadar çok eylül ve sonbahar üzerine karalamalar yaptım ki "aman be yine mi eylül, yine mi sonbahar?" demenizi istemediğim için daha önce yaptığım gibi şöyle ki; sizlerin fotoğrafa bakıp aklınıza gelen ilk üç kelime veya cümleyi ne bileyim işte, içinizden nasıl geçiyorsa artık(o da sizin hayal gücünüze kalmış bir şey)yazmanızı rica edeceğim...(yalnız,o nası bi uzun cümle oldu öyle )

Bundan böyle  "her fotoğrafın bir dili var"kategorisinden sık sık böyle fotolu postlar girmeyi düşünüyorum açıkçası.

Her fotoğraf bir hayattır...
Bak bu da güzel bir slogan oldu hem.  Bana göre oldu da, size göre oldu mu onu bilemiyorum işte. Peki sizce oldu mu?

Aslında bu fotoğraflar sayesinde hayal gücümüzün geliştiğine inanıyorum.
Daha evvelki post bayağı bir ilgi uyandırmıştı zira.  Hiç blogumu takip etmeyenler bile sağolsunlar güzel yorumlarda bulunmuşlardı.
Bundan da güç alaraktan sözü siz güzel insanlara bırakıyorum.
Hadi bakalım pamuk eller cebe, şeyy, pardon klavyeye(biraz yaratıcı olsan diyorum espri konusunda)
(hadi iyisin gene seylabecim, fotoğraf ayaklarına yatıp paçayı bu sefer de kurtardın ya, daha ne diyeyim ki ben sana, pesss!)

*****

Bu arada blogger'ın yeni haliyle ilk defa post giriyorum bloga, çok garipsedim doğrusu.  Henüz alışamadım ama zamanla yeni haline de alışacağım gibi. Tabi öncelikle,yeni yazılar yazmaya niyetlenmem  lazım her şeyden önce...

Dur bi dakika....O değil de, foto biraz basit mi kaçtı ne..
Caanım  fotoya basit dedi ya, bittin sen güzelim, bundan böyle bırak bu işleri bilenler yapsın, basitmiş, hıh...
Sen de çekeydin  bir  gün şöyle bir foto da, blogunda arzı endam ettireydin de senin de marifetlerini göreydik, değil mi?..Ama nerdeeee?
Öyle  uzaktan konuşması kolay nasılsa di mi?

Şu fotonun, şu sonbaharın,  şu sarı yaprakların, şu arabanın, şu hüzünlü ağaçların, şu mevsimin, şu renklerin, şu manzaranın, şu doğanın, şu derelerin(dere mi,  iyi misin sen?)  şu yolun, şu gökyüzünün(evet, gökyüzü çok az görünüyor ama olsun)  şu kuşların(kuşlar mı, sonbahar başına mı vurdu kızım, hangi kuş!?)  şu rüyanın, şu aşkın( haha güleyim bari,uçtun sen iyice)  güzelliğine bakar mısınız bi?  
Bakar mısın daha doğrusu seylabe hanım?....Bak bak, iyice bak...Basitmiş!...Hadi kızım hadi...işimiz gücümüz var uğraşamayız şimdi bir de senle..
Öğren de gel  bu işleri...Hadi bakayım...


mininot;
Ha unutmadan söyleyeyim, yalan olmasın da pek yakında kendi çektiğim fotoları da bloga eklemeyi düşünüyorum aslında...
Pek yakında derken bu pek yakındalık ne kadar zamana denk düşüyor ne kadarcık br süreyi içeriyor onu bilemiyorum tabi..Rakamlarla aram pek iyi değildir....
Velhasıl kelam, fotoğraf üzerine çalışmalar  sürdürülüyor büyük bir hızla....Profesyonel makina hazır....Manzara hazır...Arzular şelale...Eeee daha nolsun..
Yazık, kendi çapında bi şeyler yapmaya çalışıyor işte garibim, seylabecim.... Daha n'apsın, daha n'apsınn size ha....
Hepsi sizin için....Hepsi size feda olsun...Beni sizler yarattdsfdgf.....Yazı iyice cıvıdı, farkındayım....
Tamammm.. Tamaaammm!
Kessstik..Kestikkk burdaa....
.....

Hadi bunu da söyleyim de içimde kalmasın bari;
Seylabe de fotolar çekermiş miş de...Bloga da koyarmış mış da...mış mış da mış mış..mış mış da, mış mış. ;)
Hani bir şarkı vardı ya; geç bunları anam babam geç bunları...Müzeyyencim istek yapıyorum burdan....Bi zahmet...Anlarsın ya ;)

Hadi bakalım bekleyip göreceğiz artık...

Öyle işte...

Sonbahara hep hüzünlü yazılar yazacak değildik ya....Bu da böyle olsun..

14 Eylül 2012

sustukça susarsın umuda...

Her şey susmakla başlar..
Yollara düşmekle..

Her şey sözlere kelimelere anlam yüklemekle başlar..

Ve bir gün susmakla da biter her şey...Yüreğin gibi...

İnsan aciz bir varlıktır aslında, ne kadar güçlü görünmeye çalışırsa çalışsın, bir yerden sonra tükeniyor.

"Hangi rüzgara tutunsa insan, kendine savruluyor. Hangi denize açılsa yine kendi kıyılarında buluyor kendini." Kalbine yol göstermek çok anlamsızdır böyle zamanlarda.  Kalp aslında kendi yolunu bulur, yeter ki sen onu yönlendirmeye çalışma, ona akıl verme ve kalbini dinle..

Ve zaman..
Çokca bahsettiğim bir kavram..
Zaman; Ağır uykuları kıskacına almış bir akrep.  Çalıntı rüyaların tanığı...

Zaman; Kısık ateşte bıraktığın çayın fokurdaması gibi insanı kendine getirir bazen.  Bazen de duyamazsın sesini; taşar yürekte demlenen hüzünler gibi...

Her şey susmakla başlar ve susmakla da biter..
Sus ki o halde, dinle(n)sin kalbin..
Sustuğun kadar sustukların  büyüse de içinde, küçülen sen olma...
Ve sen büyü de gel ey umudum..

/seylabe(derin)/

****
not: tozlu raflara terkedilmiş grisuflelerde yayınladığım yazılarımdandı. 

04 Ağustos 2012

mesaj kaygısı taşımayan deli saçmaları..

Meltemvari bir giris yapıp "ben geldimmm!" diyerek söze başlamak istiyorum  sevgili göçebecim (öyle göçebeciğim falan diyerek kelimeyi de hiç mi hiç uzatmaya niyetim yok,idare ediver artık)


Göçebem, bu aralar pek yazı giremiyorum bloga nasılsın bakalım? (bak sen, bu yeni bi şeymiş gibi bi de söylemez mi!)  Gerçi sen de aynı şeyi söyleyeceksin bundan eminim.  
Deyiver nolcak ki deyince ben değişecekmiyim ki? 


Yoooo....Eee  o halde ne demeye konuşmaya geldim ki ben. 
Ne anlatıyorum, ne demek istiyorum ne yazmaya çalışıyorum, niye yazıyorum, n'apıyorum..
Ne diye izahda bulunuyorum hiç bir fikrim yok.
Nasıl bir şeyim ben ya hu anlamış değilim.  Bir anlayan varsa bana da anlatsın..


Kendimle çok çelişiyorum.  Kendime muhalefet olmak istiyorum mesela.  Kendimi kovmak istiyorum bu diyardan.  Durdurun dünyayı insin bu niteliksiz niceliksiz ve de derinliksiz zatı aliniz
Bi dakika, çok mu üstüne gittim ne bu şahsın, kaçıp gidecek gene..
-Az bile yaptın derim..
-Şaka gibisin derin'ciğim kes artık...
Ya da seylabe mi demeliydim?


Velhasıl şöyle ki ;genelde "grisufleler"de  bir iki satır karalayıp çıkıyorum, böyle bir kısır döngü vaziyetleri sanırım.  Aslında buralardayım da yokum,  yokum da varım gibi, varla yok arası bi şey işte.  Neyse "gibi gibiyim"gibi falan...
Böyle bir şarkı vardı değil mi?.


"Gibi gibiyim gibiyim 
Gibi gibi gibiyim...
Gibi gibiyim gibiyim 
Gibi gibii gibiyim.."


Şarkı değil, mübarek tekerleme...


Hadi ben gideyim siz de okumaya devam edin.  Yoo yooo, kendi içiinizi, beni değil.  Ben bile kendi yazdıklarımı okumuyorum.  Hatta yazamadıklarımı bile okuyamıyorum.  İnsanın kendi yazamadıklarını okumak kadar ya da okuyamamak kadar zor bir şey yok  dünyada.....


Ya da şarkı söyleyin, fıkra anlatın,  mani söyleyin.  Daha olmadı, gökyüzüne uzanın...Şiirler yakın birbirinize....Çiçek toplayın...Yıldızlara gülümseyin...Aşık olun...Dost olun...Arkadaş olun....Umut olun...Sevin... Sevilin...Falan filan...Daha olmadı.....
Ya, ne bileyim bi şey yapın işte..
Sen de benim için bi şey yapsana karadutum, çatal karam çingenem, mor yelpazeli göçebem...
Beni unutma mesela o bile yeter bana..


Ama bunca şey yazdıktan sonra bunları yani beni  okursunuz değil mi? Sizin için yazdım hem, okumazsanız küserim bak.  Saçmalama  maçmalama, yazdım ya daha n'olsun.
Offff....Kızım bak git!!....Kızım bak git!!!


Bu espriyi de yapmadan gitseydim çatlardım..
Öyle işte..


Çatal karam çingenem..
Merak etme gene gelecem.


imza; seylabe'den sevgilerle..




21 Mayıs 2012

aklınıza gelen ilk üç kelime...


-.......
-.......
-.......



Farkındayım bugünkü post  biraz farklı oldu sanırım.  Bu da böyle olsun istedim. Sizden bu fotoğrafa baktığınızda aklınıza gelen ilk üç kelimeyi rica ediyorum sadece, hepsi bu.
Çok kolaymış değil  mi?  Birazcık bakış açılarımızı zorlayalım istiyorum.
Belki birazcık da bu metruk ve mahzun bloguma renk gelir sayenizde :)


Merak ediyorum neler çıkacak  acaba?:)
Hem ne demişler maksat muhabbet olsun, kahve bahane ;)


miniknot;kelime olması şart değil tabi, o an aklınıza gelen bir cümle de olabilir ..paşa gönlünüz nasıl isterse artık :)

04 Mayıs 2012

deneme bir ki üç...


Selamlar..

Ben yokken neler neler olmuş burda böyle.  Blogger kendine yeni kıyafetler almış.  Yalnız ben senin bu yeni kıyafetlerini pek beğenmedim sevgili  blogger, söyleyeyim.  Pek bir demode duruyor.  Zaten buralara yabancılaşmıştım, işte şimdi sayende iyice tam oldu.  Yapacak bir şey yok artık, alışacağız.  Nelere alışmadık ki, öyle değil mi?

Hadi hayırlsı bakalım...


Twitter'den size biraz twit toplayıp getirmiştim, onları paylaşayım dedim.  Hiç olmazsa biraz buranın havası değişsin öyle değil mi?...Aslında arada  bir buralara uğrayıp  havalandımak  gerekiyor. Şöyle arada bir blogun, tozunu isini pasını almak lazım, çok pasaklı gördüm blogumu.  Ve çok mahzun.  Yazık ben yokken kimsecikler ilgilenmemiş blogumla.  Üstelik bana da kırgın..Eee haklı tabi garibim, ne arayıp ne soruyor sahibi, tam da hayırsız blogger profili..
Neyse..Geldik ya sonunda, bu da bir şey.

Twitter'dan esintiler getirdim demiştim değil mi en son?
Evet..

İşte kayıp blogger'ın kayıp cümlelerinden esintiler...

Buyursunlar bakalım;

-Kuşların şamatasına hüzün makamında şarkılar eşlik ediyor..Gün maviye boyanmış...Bahar dalgalı...

-Sustuğun kadar,sustukların büyür içinde..

-Her doğru doğru değildir aslında, bazıları yanlışın doğruya bürünmüş halidir.

-Ne giysem yakışmıyor üstüme, yağmurlardan başka..

-Hayat bazen Ömer Çelakıl'ın saçları gibi....Karmakarışık..Şifreli..

-Düşüncelerimizin en iyi aynası, yaşamlarımızın akışıdır..

-Çok şey düşünen, aslında hiç bir şey düşünemez..


-Siz sabahları dünyaya bakarsınız şehirlerden..Şehirler sizi s/üzer yalanlarınızdan..Ölüler güler, siz ağlarsınız..

-Aklının tümleyenlerini, kalbinin suspusluğuna ört, uyu.


-Anlamsızlıkları bile anlamlandıran bir kalbin varsa,gölgen olmasa da olur..

-Yanıltıcı yanılsamalarla doluydu; hayatın ışık alan tarafı..

-Ya kendini kaçır hayattan...ya da aklını...

-Dünya nasıl olması gerekiyorsa öyle..kendi kendini kurtaramayanı hiç kimse kurtaramaz

-İnsan en çok kendisine yalan söyler ve en çok kendisi inanır o yalanlara...

-İyi ki "belki"ler var, yoksa "keşke"lerle hayat zor geçerdi..


-...?

Devamı  mı?

Haftaya inşallah..Haftaya dediysek artık hangi hafta olur, orası meçhul:)....Çok fazla uzatırsam, belki sıkılırsınız diye düşündüm. Öyle de düşünceliyimdir işte, görüyorsunuz:)
Bir dahaki sefere bizim bu metruk blogun tozunu almaya geleceğim ya hani..
Heh işte o vakit size  yine twitter'den esintiler getiririm...
Anlaştık mı?..
Tamam...

Öyle işte..


/derin(seylabe)/

****

minik not;
Arkadaşlar unutmadan söyleyeyim de, artık bir ismim daha var benim:)..derin..göçebe..name-i nur derken  yeni bir isim daha eklendi isim listeme..seylabe :)
twitterdaki ismim olur kendileri :)
bu arada bende isimler tükenmez, yarın öbür gün,  bir bakarsınız başka bir isim...kimbilir..
hayat işte..


24 Şubat 2012

işin aslı...

“İnsan istediği şeylerin kölesidir, istemediği şeylere karşı alabildiğine özgürdür….”
Ataullah İskenderi


Farkındaysanız istekler arttıkça mutsuzluğumuz da bir o kadar artıyor. Çünkü istediğimiz şeylere çoğu zaman ulaşamıyoruz.  Hadi ulaştık diyelim hemen peşi sıra başka istekler yerini alıyor.  Mevki makam istiyoruz, mal mülk istiyoruz, hep somut şeyler.

Çok sonraları bunları elde ediyoruz elde etmesine de, lakin mutluluğu yakalıyor muyuz, hayır. Özgür olabiliyor muyuz, hayır. Hepimiz kendi isteklerimize zincirlerle bağlı modern köleler şeklinde hayatımızı idame ettirmeye çalşıyoruz.


Ve Ataullah İskenderi yine der ki;
“Kendileriyle sevindiğin şeyler az olursa, kendilerine üzüleceğin şeyler de az olur…”
Bu sözü durup düşündüğümde çok şeyler ifade ettiğinin farkına vardım, ya da ben öyle sanıyorum.

Durup biraz daha mı düşünmeli?
Evet evet, düşünmeli…

“Canımı yakıyor dünyanın güzelliği…” demiş ya İbrahim Tenekeci, bu sözü de ayrıca not düşüyorum bir kenara…

17 Şubat 2012

algılarımızdaki fay kırıkları...


"Yalan dünya çatırdıyor artık, bu belli. Tutunacak gerçek bir dünyamız var mı peki?"


Var mı gerçekten tutunacak bir dünyamız.  Yıkılan bir dünyanın altında kalanlar sadece yaşama dair hayallerimiz mi.  Yoksa "bir hiçliğin koca gövdesi" mi.  Gerisi nasıl anlatılabilir bilmem. Avutulabilir mi, bir noktanın şiddetinden kopup gelen umutsuzluğun gözyaşları.


Acizlik kavramının tsunamisine kapılan duyguları kurtarabilmek mümkün mü? Boşlukta sallanıyoruz demiştim de bir zamanlar, kendim bile buna inanmamıştım. Ya şimdi. Kainattaki boşlukta salllanan bizlerin; bir nokta kadar cürmümüz olduğunu anlamanın artık "bir gereklilik olduğu" bilincini, şu kalbimize, şu kendinden geçmiş ruhumuza nasıl anlatabiliriz?

"Nokta"yım..."Nokta"sın..."Nokta"yız...
"Nokta"dayız...
"Nokta içinde nokta"

Ben, Sen, O...
Biz, Siz, Onlar...
Susuyorum...

Susmak belki de, içinde seninle konuşmaya çalışan bir "sen" daha olduğununun farkına varmanın en güzel yolu...

Bir başlangıç noktası belki de...


/derin(seylabe)/

20 Ocak 2012

insan için alem kendisi kadardır..

"Hayat güzel diyor herkes ama, hayat ne? Öyle çok söyleniyor ki güzel olduğu, kurt düşüyor en saf insanın bile içine. Güzelse neden bunu söyleyip duruyoruz? Neden ihtiyacımız var buna. 
Madem bir hayatımız var ve madem çok güzel her şey, bir de "yaşanmışlık" diye dramatik derecede gülünç bir lafı ne diye icat ettik. 
"Yaşanmışlık" diye bir şeyi varsa insanın, bir de "yaşanmamışlık"ı olmaz mı o zaman? "
Geriye yaşanmışlıklar kaldı" gibi laflar dolanıyor ya şimdi ağızlarda, geriye kalmayan ne peki?


Neden hayat hafızalarımızın hatıra defterlerindeki üç beş "yaşanmışlık"la sınırlı kaldı? En iyi ihtimalle, pek az yaşadığımız için olabilir mi?.."
*****
"Kendini bırakıp gölgesinin peşine düşen nereye varır? Heves kovaladıkça, gölge kaçar. Sonu olmayan bir kovalamacadır bu; ama insan tükenir kalır bir yerinde.."


*****
"İnsan için alem kendisi kadardır. Alem akıl almaz büyüklükte olsa da, insanın dünyası kendi idrakinde başlayıp biter. Nereye kadar görebiliyor, nereye kadar duyabiliyorsa, nereye kadar hissedebiliyor, nereye kadar idrak edebiliyorsa, oraya kadar uzanır hikayesinin tabii sınırları."
****
Kendini bilmemeyi ve kendinden bakmamayı adet edinmiş insan, biricik hikayesini de elinden kaçırmış olur böylece. Bu kendini ıskalamak değildir de nedir? Bu kendini hikayesiz, yani varlıksız bırakmak değildir de nedir? Ömür boyu, başkalarının hikayesine tutunarak, ilişerek, sığınarak yaşayabilir mi insan? Aldığı bütün nefesleri başkalarına harcayabilir mi? Kendinde var değilken, bir başka yerde var olabilir mi?


"Yeni insan, bütün gücüyle yaşadığı sarhoşluğa tutunan insan... Oynadığı oyuna kendini kilitleyen insan... Yegane güvencesi kaçabiliyor olmak... Kendine ait ve kendinden gelen bütün sorulardan, bütün meraklardan, bütün kuşkulardan, bütün kaygılardan... Yeni insan, karnını başkalarıyla doyuran insan... Kendi yüzüne bakamayan, kendini yeryüzündeki bütün insanlara beğendirerek ispata çalışan insan... 
Aynayı, hiç kendi başına kalmayacağı kadar kalabalık tutmaya çalışan insan.."


Hep tükenen ve tüketen insan..


/Gökhan Özcan/

***
Dedim kendim yazamıyorum madem,  bari yüreğime yakın yazılarıyla takibe çalıştığım Gökhan Özcan'dan alıntı yapayım..
Yazacağım günleri özledim doğrusu.
Hisleri kaybolanın, izleri de kaybolur mu ki acaba?
Ya da izleri kaybolanın hisleri..?
Ne dersiniz?
Kafamda hep deli sorular..