28 Kasım 2010

ki(mim)gelmiş, ki(mim)!?..

Efendim, blog oyunlarının en nadide en gözde zatı muhteremlerinden " mim" kapımız çaldı yine ve biz de bu sefer ona elimizden gelen  bütün hoşgörüyü gösterdik , buyrunuz işte cevaplarımız;

1- En sevdiğiniz kelime? 
Hayat...

2- En nefret ettiğiniz kelime?
Hayat...

3- Ne sizi heyecanlandırır? 
Okumak, özellikle hayatı...

4- Heyecanınızı ne öldürür?
Hayatın kuralları...

5- En sevdiğiniz ses?
Sessizliğin sesi...

6- Nefret ettiğiniz ses?
Hayatın kuru gürültüsü..

7- Hangi mesleği yapmak istemezsiniz? 
Hayat ameleliği...

8- Hangi doğal yeteneğe sahip olmak istersiniz?
Hayatı hatasız yaşayabilme yeteneğine..

9- Kendiniz olmasaydınız kim olmak isterdiniz?
Kendimi arıyorum.
Kendimi buluyorum.
Kendimle yarışıyorum.
Kendimle savaşıyorum..
Kendimle konuşuyorum.
Kendimle yüzleşiyorum.
Kendimle yanıyorum.
Kendimle tutuşuyorum.
Kendimle yaşıyorum. 
Kendimle ölüyorum.
Kendimi seviyorum.
Kime ne!
Kendim bile seviyorken kendini;
kendimi bırakamam:)

10- Nerede yaşamak isterdiniz?
Kâf dağında:)

11- En önemli kusurunuz nedir?
Hayatla oyun oynamaya kalkmak...

12- Size en fazla keyif veren kötü huyunuz nedir?
Hayatı sevmek:)

13- Kahramanınız kim?
Tom ve jerrye bayılırım . Tom diyeyim bari:)

14- En çok kullandığın kötü kelime?
Kötü kelime  diye bir şey yoktur, kelimeleri kötü emellerine alet edenler vardır:)

15- Şu anki ruh haliniz?
Sakin...

16- Hayat felsefenizi hangi slogan özetler?
"Her insanın içinde bir muhalif yaşar..."

17Mutluluk rüyanız nedir?
Allahım ne günlere kaldık, rüya bile göremiyoruz doğru dürüst:)

18- Sizce mutsuzluğun tanımı?
Tanımsız mutsuzluklarla yoğrulmuş ve de yorulmuş birine mi bu soru?

19- Nasıl ölmek isterdiniz? 
-Nası yani?  hemen öleceksem...
-Doktor, yoksa hemen mi öleceğim, doğruyu söyleyin!!?

20- Öldüğünüz zaman cennete giderseniz Allahın size ne söylemesini istersiniz?
Cennete giden yollar taşlı dikenli isli puslu tozlu.  Cennete giden yollar suskun, uzun ve meşakkatli.  Yola çıktım arıyorum, kaybettim kendimi.  Bulursam....Yollardayım henüz...
Tabiki herşeyden önce, imanımla son nefesimi vermeyi dilerim...

***

Tamam kabul ediyorum, biraz uçuk cevaplar oldu ama benden de ne beklenirdi ki, aklıma gelen ilk cevapları verdim n'apayım:)  Daha farklı cevaplar da verebilirdim aslında,  içimden böyle geldi.  Bir dahaki sefere daha makul ve de mantıklı cevaplar veririm belki...
Unutmadan bir de kuş sesini severim onu da söyleyeyim de..."kuuuş sesleri ovalaraa yayıılııır, insan bunaa hayran olur bayılııırr.." diye de eklemek istiyorum izninizle. Bakmayın öyle normal göründüğüme biraz vardır uçuk kaçıklık bu bünyede:)   Neyse efenim madem mimden kaçamıyoruz, bundan böyle gönderin  o halde ne kadar mim varsa buraya.  Güzelmiş cevaplamak sahiden de,  gönderin gönderin, valla bak çekinmeyin, konu komşudan da toplayın hatta,  artık Allah ne verdiyse;)  Bak gördünüz mü işte, insan isterse ne güzel anlaşabiliyormuş demek ki. Var mı dünyada, anlaşmak ve de anlaşılmak kadar güzel bi şey, yok.

Bir mimdir, iki mimdir, üç mimdir  on üç mimdir....Evet, başka sorusu olan?
Yok mu?
Eee, o halde daha ne bekliyorsunuz, dağılabilirsiniz ;)  
Mimlerin hepsi benim, vermem.  Şaka şaka,  isteyen buyursun alsın mimden istediği kadar, ben kimselerin günahına girmeyeyim de;)

***
Ayrıca  çok teşekkür ederim değerli blog sakinlerimizden beyaz lale..ye burdan.
İstediğiniz derin cevapları pek veremedim sanırım, olmadı :)
Yine de cevaplarken epey tebessüm ettim, eğlendim sayenizde, teşekkürler.  Sanırım bu mimden bu kadar eğlenen de bir tek ben oldum heralde:)

22 Kasım 2010

sınav mı savaş mı hayal mi?...

"Her ayrılış daha az canımı yakıyor ama her kavuşma daha çok mutlu ediyor. Göz yaşına alıştım ama kahkahalarım çoğalıyor. Neler oluyor bilmiyorum. Sanki tüm dünya hayal gibi… Ama hayaller bu kadar acı değil sanıyordum.

Amaçlar  git gide kayboluyor,  nedenler siliniyor.  Kararlar boşa alınıyor,  sözler verilemiyor. Zaman sürekli geçiyor.  Peşinde koşmaktan yoruluyor insan.

Dinlenecek bir anlık huzur için günlerce çabalıyoruz. Ama her şey geçiyor. Her "dün"ün adı eskiden "şimdi"ydi. Her "şimdi"nin ise dünde adı "gelecek"ti. Sürekli değişiyoruz. Tek bir tebessüm için bakınıyoruz.  Gökyüzüne güveniyoruz; mavisinde yüzüyoruz.

Tutunduğumuz duvarlar artık soğuk. Neşenin sıcaklığı yetmiyor, neşe yetmiyor. Umursamamaya başlıyoruz, kaybedişlere gülmeye başlıyoruz. Boş verişler sarıyor çevremizi. Yine de sahte gülücüklere tutunuyoruz.

Hayat sınav mıydı, savaş mıydı, hayal miydi şaşırıyoruz. İnanca sarılıyoruz; o bizi durmadan itse de. Geriye bakıp hep ileri yürüyoruz. Her adımda tesadüflere rastlıyoruz. Rastlamayınca takılıp düşüyoruz. Canımız yanıyor. Yanmasa da biliyoruz; her mutluluğun arkasına tutunan bir mutsuzluk var..."


***
çıkardığım notlar ve sorular;
-tesadüf yoktur, tevafuk vardır...
-inancımız bizi itmiyor, biz onu itiyoruz...
-her mutluluğun arkasına tutunan bir mutsuzluk var mıdır?
-hayat aslında, sınavı kazanmak için savaşa girdiğimiz hayal kazanı; durmadan acılarla yoğrulup sürekli yenildiğimiz...

ve çetrefilli...

11 Kasım 2010

mırıldanmalar...

...yaşamın kıyısına vuran...

****

herşeyden önce bir teşekkür borcum vardı;
değerli blog sakinlerimizden ve  çok değerli blog yazarlarından gri kent sakini..ne en içten teşekkürlerimi iletiyorum burdan tekrar;  bizi bu güzel ödülü layık gördüğü için:)..eksik olmayın, sağolun...
her ne kadar bir mimden daha uzaklaşmaya çalışıyor gibi gözüksem de bu ödülü sayfamdan takip ettğim bütün değerli blog yazarlarına gönderiyorum :)

06 Kasım 2010

sarı sonbaharda sarı sarı düşler....ve sarı...

Hava soğuktu.  Bana göre sıcaktı oysa.  Çünkü içimi ısıtan bir  sonbahar vardı dışarda.  Sonbaharın getirdiği güzel bir akşam serinliği.  Tam eve giriyordum ki;  kaldırımda, sokak lambasının tam önünde, bir kedinin gözümün ta içine baktığını ve hafi hafif mırıldandığını  duydum.  Alışmışlığın verdiği   hüzünlü  bir mırıltıyla sarı yapraklar ardına bıraktığı çaresizliğini, o tatlı masum bakışlarından anlayabiliyordum o an.

Hava soğuktu.  Ama o sıcaktı.  Tüm umursamaz halleri  ve tatlı haylazlığıyla eteklerime  zil çaldırmayı başarmıştı.  Kediciğe bakarken içimde bir şeyler kıpırdamıştı sanki.  Çok mu üşümüştü acaba, açmıydı yoksa  bu sarı  kedicik  diye geçirdim içimden.  Sonra düşündüm de;  kedicik  değildi  aslında üşüyen, içimdeki  sonbahar rüzgarlarından kalma duygulardı.  Duygularıma küçük bir sıcaklık kondurabilen bir kedi duruyordu karşımda. 
Sokak lambasının tam önünde.  Sokak kedisiydi, evet.  Tüm cadde ve sokaklar ona aitti.  Hava soğuk olsa da özgürlüğün sıcak dünyasında mutluydu yine de.  Hava soğuktu.  Ayazdı.  Ama kediciğin o tatlı mırıldanmaları nasıl da sıcaktı bir bilseniz.  Çocukluğuma döndüm.  Sonra nolduysa oldu, usul usul ordan uzaklaşmaya başladı ve köşeyi dönüp gözden kayboldu. Çocukluğum da peşinden... 

Gitme diyecektim ki tam...Diyemeden gitti!  Seni özleyeceğimi bilmeni isterim sarı şeker!  Seni  özleyeceğim evet.  Sadece  o bal sarısı  renginle içimdeki sonbaharı yakaladığın için değil,  tam da içime akşamın suskunluğu çökmek üzereyken karşıma çıkıp  o tatlı  miyavlamanla kaybolan umutlarımı geri verdiğin için de seni özleyeceğim.  Dünya küçük biliyorsun,  mahallemiz de öyle.  Yüreğim dersen alabildiğine geniş ve derin.  Belki bir gün  karşılaşırız yine belli mi olur;  loş bir sokak lambasının altında ya da  yağmurlu bahçemizin aralık duran mavi renkli kapısında.  Söz, ben orda olacağım.  Ya sen...?

****
sarı sonbaharda...
sararmış düşler içinde
sarı bir...
****

fotodaki  kedi o değil :)

  
http://ufizy.com/#hIt1zFc2jgM/r/!/

ve unutulan

01 Kasım 2010

hangi mevsimdeyiz böyle...

Hangi mevsimdeyiz böyle
Paletimde renkler kaskatı
Oysa durmadan boyamalıyım hiç durmadan
Renklerini yitirmiş hayatı  
Mevsimlerden keder mi söyle

Dinle! ruhumun yatışmasını bekleyemem,
Gitmeliyim ve giderken
Bakmamalıyım gözlerine hayat denen fakirin.
Su içtiğim ellerden
Bana bir pişmanlık gelsin istemem.

Dinle! hatırladıkça üzüyor beni 
Geri çekilirken yaktığım rüyâ
Mevsimlerden keder mi söyle,
Ne giysem yakışmıyor uçurumlardan başka
Dağıtamıyor hiçbir güneş ruhumdaki sisi 
Ve ben hâlâ yarın güzeldir diyorum
Kalmasa da albenisi...

..İbrahim Tenekeci..