31 Mayıs 2010

derin b/akışlarda saklı inci tanesidir hüzün...




....

"İçinden şiirsiz geçilemeyecek kadar derin gözleri vardı..."

....



Nazan Bekiroğlu/alıntılar defteri
alıntılayan/hazar ertürk


28 Mayıs 2010

geniş zamanların yokluğundayım....


     
                   
 ...

 Bulacağım...
Buluyorum...
Buldum...

Bu üç zamanın içinde geniş zamanı yaşıyorum...
Şimdiki zamandayım...


İnsanlar sel gibi akıyor, aksın...
Ben de oradan oraya akmıyor muyum ?


Ah şu kalbim bir durdursa şu akışını...
- Kalbin akışı durur mu ki Nurhayat...
- Kalp durursa sen ölürsün...


Ölüm...

Ölüm nerde ben nerdeyim  Nurhayat !
Sen hiç ölümü sorguladın mı Nurhayat ?


...


Mustafa Oğuz ( aynalar ve renkler) kitabından...


26 Mayıs 2010

"bir varmış bir yokmuş.." diye başlar bütün masallar...



...

Kuşların şarkısı  bitmedi daha... Daha yeni oturmuştuk şu gölgeye... Hal hatıra yeni başlamıştık! Söyleyeceklerin boğazında, azıkların heybende... nereye? 


***


Elvedalar mı türküleri bu hallere getirdi! Bu ne çok ayrılık böyle!
Hepsi de tam zamanında... 


***

Yolculuk; gelirken getirdiğimiz...
Ne zaman unutursak çocukluğumuzu; gelir bir el çalar (mı) kapıyı! 


***

Tazelenir her mevsim meyveler. Her mevsim yeni bir resim.
Göresim gelir özlemlerimi; gidesim gelir durup dururken!
Bile bile giderim öyle!
Gitmelerle gelmelerle yenilerim. Bütün mevsimler beni sorar.
Her an/ım yeni bir mevsim! 


***

Hep ararsın. Aramak ayrılmaksa... ayrılacaksın! 


***


Yolcu olduğunu unutunca yola çıkmakta zorlanıyorsun. Yor/ma kendini! 
Ne yola çıkması; ne çıkmazı... yolcusun zaten! 


***

Z/aman akıyor! 


***



Ali Hakkoymaz(sanatalemi)
dilerseniz yazının  tamamını şurdan  okuyabilirsiniz....   


***

nağmelerin sesini birazcık kıstık bugün, sözcükler de kayıp...az biraz nefes...az biraz...:(


24 Mayıs 2010

rüzgârlı düşlere gülümserken...


...
düşlerini gece uykuda görenler
gündüzün unuturlar onları;

düşlerini gündüz kuranlara gelince,
korkulur onlardan;

kendini değiştirebilenler böyleleridir çünkü,
dünyayı değiştirebilenler böyleleridir...
...




Cahit Koytak( alıntılar defteri)
alıntılayan /Sema Erdoğan



***
"nağme" faslını da unutmadık  efenim buyrun :)
fotoğraf ayrı telden...parça ayrı telden...satırlar ise rüzgarlı havalardan...
birbirine bağlamayalım lütfen:))

18 Mayıs 2010

Oynamıyorum.....



Yoruldum; oyunlardan...oyunculardan...sahte ışıklardan...
Yoruldum; düş kamyonuyla yolculuklardan.....sulu sepken yağmurlardan...
Yoruldum;  kelimelerle satranç oynamaktan....her seferinde şah-mat olan  duygulardan....
Annemin dizi dibi...sınırsız...kuralsız....yalansız....
Bırakın peşimi de....kendimden kaçayım biraz....
Biraz da mızıkçılık yapayım....

****

"Yaşamak, bazen hüznü huzura tercih etmektir..."

12 Mayıs 2010

Sınırda mısınız?


Herşeyin bir sınırı var bilirsiniz.  Sınır deyip geçmemek lazım.  Şöyle ki;  sınır deyince benim aklıma bir sürü tanım geliyor...Mesela;
Sınırı zorlayanlar,  haddini aşanlar...
Sınır tanımayanlar... Hayatı sınırsız sananlar... Sınırdan uzaklaşanlar... Sınıra yaklaşanlar...Sınırsız yaşayanlar...Sınırsız yaşananlar ve aklınıza daha ne gelirse..

"Dur!  sınıra geldin "   dendiğinde,   "sinir"ine  ve   "sınır"ına   hakim olamayanlar...Sınıra geldiklerinde ne yapacağını şaşanlar  ve  daha bir sürü sınırsız tanım...


"sınır" ve "sinir" ikisi de "sabrın sonu selamettir"  düsturunun vazgeçilmezleri...."Sınır"ını iyi bilmek  ve  "Sinir"ine  hakim  olmak...İkisi de zor gibi görünse de,
sınır burda başlıyor işte asıl.  Bunu bildin mi sınırın öte tarafına geçmek daha kolay gibi.

Ve nihayet hayatı sınırsız sananların, sınırdan öte tarafa geçtiklerinde, yani "sınır ötesi"nde karşılarına şöyle bir levha çıkar;  sınır ötesi harekat:)

Sınır ötesi harekat!  Hiç de kolay gözükmüyor sınırdan sonrası...
Özellikle burdan bakıldığında...

Ya ordan bakıldığında?....Sınırlarımı mı  zorluyorum ne! ...arada  sırada sınırları zorlamak insanı kendine getirmenin haricinde  bi de sinirlere de iyi geliyor(muş).....Devam et sen, doğru yoldasın:)

Bak şimdi, durup dururken bir düşünce aldı beni....
Durup dururken mi,  hadi ordan,  kimi kandırıyorsun sen, kendin ettin kendin buldun:)

***
Sınırlarını bil....Sinirlerini  denize sal...Kendini kendinde bırak...bütün mesele bu!

Ya düşlerim?

Düşlerimi kimseye vermem ama...bari onlar bana kalsın....  O da   mı yok!...

O  halde durdurun dünyayı inecek var!...



n'apalım bugüne de bu  kısmetmiş artık:) 

11 Mayıs 2010

ey aşk, "yâr" dersem çık, " yan!" dersem saklan:)



Ayrılık başka dilde söyler
özlem başka dilde,
ikisini buluşturan tek şey gönülde
umutlu gözlerle bakan aşk mıdır ola?
...





 şarkılardan fal tuttum; bahtınıza da bu çıktı :)






10 Mayıs 2010

mış gbi yaşamak...



 ...
-yaşınız?
-yaş/ım mı dediniz?
-sormayın bana (yaşımı!)
-yaşadım mı ki!
...



 ~~~~ :((~~~~

08 Mayıs 2010

Seni buralarda bir özleyen yok:)



Efendim  habersizden mimlenmişiz yine:)   Kurtuluş   var mı ki:)...Bu seferki mimin  tek güzel yanı  ise  güzel bloglarla tanışmak oldu benim açımdan.....Bu mim biraz da başka blogları  tanıtmakla ilgili olduğu için  ben buna mim demiyorum aslında....Bu mim diğerlerinden farklı sayılır...Ama yine de sonuçta bir mim:)

Sözü çok fazla uzatmadan ve yormadan bu seferki  mim nasıl bir şeymiş, neymiş, nerden gelmiş  diye soranlara  aydan atlayan kedi  adlı bloğa bakmalarını istirham edeceğim...

Sevgili Hayat Parçası  ;
evet bizi mimlemiş sağolsun, teşekkürler ediyorum...
Blogunu okudukça takip etmem gerektiğini düşündüğüm, güzel konulara değinen güzel satırların olduğu bir blog...Hayat Parçası...

***
Ve gelelim şimdi asıl mime;
 "Gel, gel, ne olursan ol yine gel"adlı blogdan(bu arada sıkı takip ettiğim bloglardandır)
ordaki izleyicilerden hiç tanımadığım, ama bloğun sayfalarını çevirdikçe pek beğendiğim  bundan böyle de takip etmeye karar verdiğim Şeytanımsı Melek
adlı bloga rastladım...
Yazılar hepsi güzel ve etkileyiciydi... Lakin sayfayı gezerken kusura bakmasın kimse!!! 
adlı yazısı gözüme takıldı ve orda kaldım....Güzel anlamlı bir yazıydı diyebilirim; okudukça gerçekleri gün yüzüne çıkaran  bir yazı...

Gördüğüm kadarıyla herkes   ne güzel yazılar yazıyormuş; içten...duygulu....akıcı....

Hoş ben daha kalemin yanından bile geçememişken, sular seller gibi herkes:)...Zira aklımın iplerini saldım bu aralar...Saldım çayıra mevlam kayıra hesabı:)
İpin bir ucu bende...Bir  ucu....Her neyse....

Velhasıl işte bütün hikayemiz(mim) bundan ibaret...

Bir de nasıl desem, bi  türlü sevemedim bu mim denen "paparazivari" oyunu:)  Ne kadar kaçsanız da  olmuyor işte; sürekli bir yerlerden gelip  illa ki sizi buluyor:)   Ama ben kararlıyım, mime gelmeyecem bir daha,  bu son:)

Bir mim bir mime gel beraber hep beraber şu "göçebe zamanlar"ı bi mimleyelim dese de boşuna:)).....her şey buraya kadar(mış),  üzgünüm mim senin adına....
Ama  biliyorsunki sen daha iyilerine layıksın, sakın üzülme  e mi:)..

Hem beni de   ne doktorlar ne mühendisler istemişti de:)....Neyse, sözü çok fazla döndürüp dolaştırdık sanırım,  çok yorduk,  aldı başını gidiyor:)...Aldım sazı elime, vurdum sazın teline...çal çalabildiğince!... Kim ne karışır ki:)...
Yani sözün özü seni buralarda bir özleyen yok mim...Tak sepeti koluna  hadi herkes kendi yoluna:))


Hasılı kelam, mimlerden uzak günler yaşamayı hayal ediyorum...kendi halinde...mutlu.... huzurlu...sakin..sorgusuz sualsiz..:))
Öyle işte.....


 O halde buyrun günün şarkısı:)


foto/ sessizlik güzeldir 

05 Mayıs 2010

Düşlerim bir b/aşkaydı çocukken...



Erik...En çok da çocukların sevdiği, çocukları suça itmeye meyilli, yaz sıcağına iyi gelen, tatlıya çalan mayhoş bir meyve!...

Erik dedim de;

Küçükken, sahibinden habersiz, bahçelerden gizli gizli ç/aldığımız erikler aklıma geldi:)

(tabi helallik alınırdı sonradan ya!..)

Şimdilerde ise ne o eski tadılacak erikler kaldı, ne bahçe duvarlarından yollara sarkan erik dalları, ne de mahalleden geçerken gülümseyişiyle insanın içini ısıtan o şen şakrak bahçeler...her şey soğuk, her şey beton, her şey tatsız tuzsuz!...taştan duvarlar örülmüş çocukların kurduğu hayallerin önüne...hayaller bile taştan...

Neden, zamane çocukları okumayı yazmayı sevmiyor, şimdi daha iyi anlıyorum...Çünkü çocuklar hayal kurmayı bilmiyor, çünkü onların erik ç/alacak, kiraz toplayacak, kelebeklerin çiçeklerin böceklerin kuşların arasında koşup oynayacak, toprağında yuvarlanacak, gökyüzünün maviliğinde uçurtma uçuracak bir bahçeleri yok.
Betonlaşmış yaşamlara bakıp hayal kurmak, düş(ünce)lere dalmak sanıldığından da zor iş.


Şimdi düşünüyorum da, onca yokluğa rağmen biz mi daha mutluymuşuz, yoksa teknolojik çağa yenik düşen şimdiki zamane çocukları mı?...

....

Erik demişken,
Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun mısralarını düşmeden olmazdı;

"Bir kelime buldum çın çın öter
Adı candır.
Bir erik kopardım can dalından;
İçi can dolu,
Adı can, yaprağı can, lezzeti candır..."

.......


(keyfince lügat  incilerinden gönül  pencereme....)

***

inci dedim de, "inci minci kim birinci.." diye sayıştığımız   oyun günleri(m) aklıma geldi birden:)



foto/özgür uzun

 bu da  size hediyem olsun:)

04 Mayıs 2010

Ben senin en çok mavi gözlerini seviyorum İstanbul...



Ezan seslerine martıların çığlığı karışır... Vapur sesleri "sessizce," edebiyle dinler ezanları.Elif sesli müezzinler dalgalandırır bu mavi şehri. Bu şehri sesinden "hemen" tanırsınız. 

Gelen zor gider buradan!

Aç kalır, açık kalır; yine de bir yerinden tutunur şehrin.

Sanki adınızla seslenir bu şehir size, sokaklarında gezerken! Hele bir dinleyin şehri... Hele seyredin bir tepesinden...

Şöyle çekin havasını, çekin bir...bir martının kanatlarında gibisiniz! Ezanların saadetiyle gülümseyişiniz yüzünüzde, gözlerinizde...

Siz, İstanbul'la tanışır mısınız?

...baharbestesi....


seçil'e ithaf olunur :)

 ***
Küçük bir hatırlatma;
Fotoğraf burdan alıntılanmıştır, lakin fotoğrafın sahibi bilinmemektedir:)..."Bu fotoğraf bana aittir"  diyen olursa da hemen ismi itinayla sayfaya eklenecektir...ilgililere duyurulur:)

03 Mayıs 2010

Lisan-ı hal...


         
        Gördüğünü gösteren ayna, mukabil vasfında...
             Gördüğünü gösteren kalp  ise şahit makamında...
             ...


   
                        


Hayat dağılır,  muhit dağılır,   tabiat dağılır.
Söz dağılır,  yazı dağılır,   ses dağılır.
Suret dağılır.   Siret dağılır.
Dağılan kalptir aslında vahdet ve talep makamında.
Aynadan beklediğimiz,  söz.   Aynaya verdiğimiz, söz.
Ya ayna kırılmışsa ?
Kırık aynanın lisanı, hali kadardır.
Söz yok.  Lisan-ı hal.   O kadar.
Hüznün sularında kırılan ayna kendisinden başka ne gösterebilir ki ?
...
       


            

                İstiridyeyi kırmazsan inci çıkaramazsın ! 
                         İstiridye kimin ?
                               Denizin...
                                    Ya deniz ?
                                        Susalım ...!
                                                               




            


Su ve ateş arasındaki ilişki. 
Arınmayı bu dünyada su sağlıyor,
öbür dünyada ateş...
                                                                                              




                      


Bir bardak suda okyanus saklıdır çünkü kalbinde gözü olana...
Ve dahi bir bardak suda fırtına koparır kalp gözü kapalı olan...

                                                                                 



                 



Söz, muktedir çekim.  İktidar kipi.
Asıl sözlerim diye/bilemediklerimde miydi ?
Öteyi de işaret eden söz hali de.   Elif, Lam ve He ile  "Allah" da yazılıyor  "lale" de.   Söz sözün de içinde.   Sözün içine girki öteye geçesin.   Hali bilesin.
Sözü bilmeden hal, hal olmaz.   Hale girmeden kelam kemal bulmaz.
...
                                                                                                


                            
      

Denizimin üzerinden zamansız bir rüzgar geçebilir.
Denizimin üzerinden geçen rüzgar gemimi batırabilir.
Tellerime vuran mızrap sazımı kırabilir.
Yerinde olmayabilir yaz,   bahar vaad ettiği mevsimde gelmeyebilir.
Nisanda papatya, mayısta gül açmayabilir
Bir daha öyle olmayabilir.
Hasılı hiç emniyette değilim...





Nazan Bekiroğlu'nun (Mor Mürekkep ) adlı kitabının satır aralarında gönlüme takılanlardı...


***

Bu post daha önce(28 Ocak 2008) tarihli eski blogcu sayfamda yayınladığım bir postdu.....Resimleri de değiştirmeden bugün buraya aynen alıntıladım.....Zaman ne de çabuk geçmiş yahu, nerdeen  nereyee:(  Resimler de hep mora çalıyor nedense:)  Sanırım kitabın ismi "Mor Mürekkep"miş ya o yüzden olsa gerek; bu renkleri seçmişim hep...İlginç:)