30 Aralık 2010

fotoğraf...


Anı yakalayabilir misin bir hayat karesinde?...
Bir yanda siyah bir yanda beyaz....

***
Bir damla gözyaşından bir avuç dolusu kahkahaya kadar, ne ararsanız bulursunuz içinde.
Bazen bir tutam hüzünle karşılaşırsınız, bazen de gülen gözlere takılıp kalırsınız. 

Kimi zaman da içinde yağmur bulutları saklı bir çift göz alıp götürür sizi başka diyarlara. Bilemezsiniz yolunuz nereye düşer o an!  Bir rüya alemine belki...
Belki bir hüznün kıyısına..Dalıp gidersiniz....



23 Aralık 2010

yağsa üç gün üç gece, yollar kapansa...

Kar In Qüzelliği .  .  .
Kar yağıyor dışarda, insanlar yorgun gökyüzüne  bakıyor..
 Sönmüş ışıklarında  kalbimin  hüznü aydınlanıyor



Goc



Dışarda kar yağıyor  içerde  ölü mevsimler  birbirine ağlıyor..
Ağaçlar gülüyor, toprak gülüyor,  yeryüzü neşeli.





Heryerde Kar Var


Dışarda kar yağıyor, içerde umut beyazı
bakmadan arkama yürüyorum...


Kıs Gece Cekim

Kar yağdıkça, lapa lapa yağdıkça kar
Kapladıkça boylu boyunca  yüreğimi
ve  ağladıkça ben
Yarım kalan bir hikaye tamamlanıyor.
***




1.foto/cihat can
2.foto/murad aksakal
3.foto/ ertan aktaş
4. foto/oktay olgun

21 Aralık 2010

günümüz ninnileri...


  Bundan böyle ara ara seninle dertleşmeye karar verdim  be sevgili  blog.  Adını bile koydum senin.  Göçebe!..Evet , göçebe olsun adın. Şimdi sana bir soru.  Öncelikle yazdıklarımdan acaba üstüne alınanlar falan  olur mu diye düşünüyorum  sevgili göçebem, ha ne dersin?  Olur diyorsun ha.  Ben de  bizim gibi kendi yağında kavrulan  bir blogu okumaya tenezzül etmezler heralde diyorum. Nerden üstüne alınacaklar ki? Bilemiyorum yine de.
Bugünlerde herşeyi eleştiresim var sevgili blog.  Kendimi acımasızca eleştirdiğim kadar olmasa da eleştirmek istiyorum bazı şeyleri. Yeni bir yıl daha kapımızı çalmak üzereyken her şey eski tas eski hamam şeklinde devam edecekmiş gibi bir hisse kapılıyorum. Yeni bir yılda olacaklara dair kafamda  gene fikirler uçuşup duruyor be sevgili göçebem.
Mesela diyorum; tv deki dizilerde yine ailece kurulan bir masada içkiler  muntazaman içilmeye ve sanki bütün türk ailelerinde de her gece yemek masalarında su yerine içki tüketiliyormuşcasına,  halkı enayi yerine koyup bütün örf ve adetlerimiz hiçe sayıp bu tür dizileri yine seyretmeye devam edecek miyiz? Yani demem o ki bütün bir yıl boyunca yine mışıl mışıl uyumaya devam edecek miyiz kısacası?  Evet,evet edecekmiyiz bunu soruyorum.
Evet mi dedin, duyamadım.

Mesela diyorum;  yine bloglar arası savaşlarda sevgilileriyle günü birlik ne yaptıklarına(sanki çok merak ediyormuşuz gibi, izleyici sayılarına bakılırsa merak edenler epey de çok gerçi, düşünüyorum da bizdeki merak dünyanın hangi milletinde var acaba, bak bu da düşünülesi) dair günlükleri tutan bloglar yine revaçta mı olacak?  Konudan konuya atlamış gibi oldum ama sorulardan biri de bu.
Yine mi evet?
....
Bunlara örnek vermeme gerek yok sanırım, takip edenler iyi bilir.   Hani böyle küfürlü cümleler  kurup sanki edebi yazılar yazıyormuşçasına bir izlenim yaratmaya çalışanlar var ya hani izleyici sayısı bilmem kaç bini bulan, bir de üstüne kitap çıkaranlar falan. Anladınız sanırım. Neyse kimseye çamur atmayalım. Öyle ya burası sanal dünyaydı.  İsteyen istediğini yapardı. Kimseyi eleştiri hakkın olamazdı. Ben asıl şunu anlamıyorum.  Ya ben çok geri kafalıyım, ya da değer yargıları çok değişti.  Herşeye fransız kalıyorum.  İnsanlar artık gömlek değiştirir gibi sevgili değiştiriyorlar. Bugün biri, yarın öteki.  Allahın günü çok nasıl olsa.  Biz de ağzımız açık bir şekilde takip ediyoruz bu rezaletleri.  Nasıl değişebildi değer yargıları bu kadar, nasıl bu hale geldik, anlamıyorum.  Sevgili bulma yaşı(sevgili bulma yaşı mı? bu nasıl bir cümle oldu ya hu, sanki belli bir yaşa geldikten sonra sevgili bulmak zorunluluğu varmış gibi..) 11lere 12lere kadar düşmüş istatistiklere bakılırsa(böyle bir istatistik var mı bilmiyorum ama olsaydı eminim böyle bir sonuç çıkardı).  Şimdi gidin sorun, yedinci sekizinci  sınıftaki öğrencilere, hepsinin(hadi genelinin diyelim, hepsini zan altında bırakmayalım) bir erkek arkadaşı, bir kız arkadaşı vardır mutlaka.  Olmayana da tuhaf tuhaf bakarlar zaten  "aaa senin sevgilin yok mu?" diyerekten...Sonra da "var senin genlerinde bi bozukluk" diye de hemen atılırlar.  Bunu nerden mi biliyorum, "görünen köy klavuz istemez derler"  yani hani ordan biliyorum. Eğerki bir kız öğrencinin erkek arkadaşı yoksa onu hemen dışlarlar ve saf  damgasını hemen vururlar. Bu nasıl bir acınası durumdur ki toplum olarak yozlaşmaya doğru sürükleniyoruz. Buna bir dur diyen olmayacak mı? Hayır olmayacak!  İstediğin kadar rtük'e şikayet et,  istediğin kadar yaz çiz, boşuna.  Zira televizyonlarda bangır bangır ahlak bozucu diziler, özellikle de okul dizlerindeki kural tanımamazlık ve milletin özünü yok etmeye  çalışılan görüntüler olduğu sürece daha da belki katlanıp devam edecek. Misal bakıyorum tv de yayınlanan okul dizilerine, bütün kız öğrencilerin etek boyları hemen hemen mini ötesi...Sonra sokağa çıkıp bakıyorum etek boyları aynı, mini ötesi(bu mini eteğe taktım bu aralar).  Ve her beş öğrenciden birinin yanında arkadaşım dediği bir partner(bu kelimeyi de hiç sevmem aslında, başka bir kelime bulamadım yerine)....el ele tutuşanlar mı dersin, koklaşa koklaşa gidenler mi dersin, dahası....Dahasını artık  varın siz düşünün.  Hayır aslında suçlu onlar değiller tabi, asıl suçlu olanlar, bunları normalmiş gibi göstermeye çalışıp bizim insanımıza kendi değer yargılarını enjekte etmeye çalışanlar ve bizim değer yargılarımıızı, örf ve adetlerini bir şekilde yok etmeye çalışanlardır.  İşte bütün suçlu bunları reyting uğruna yayınlayanlardır.  Bunu da doğrusu çok güzel başarıyorlar. Bizler de televizyonun  karşısına geçip kuzu kuzu seyrediyoruz, evet seyrediyoruz, yalan değil.  O beyinlerde neler dolaşıyor kimbilir, o kafaların içinde ne tilkiler var, o kadar rezalet diziler sunuyorlarki sofralara. Misal, Fatmagülün suçu ne, Küçük sırlar, Kavak yelleri, Arka sıradakiler falan filan....Bunlar sadece birkaçı.  Bu dizilerde kimin eli kimin cebinde belli değil.  "Kumanda denen bir şey var kardeşim, istemezsen seyretmezsin" diyenleri de duyuyorum. Doğru.  Ama nereye kadar seyretmeyeceksin,  artık günlük yemek içmek gibi olmuş televizyon.  Televizyon denen  bu uyku ilacını günlük doz şeklinde hergün beynimize ruhumuza alıyoruz, alıyoruz evet.  Farkında olmadan hem de.  Engellemek çok zor.  Uyutulmaya o kadar çok alışmışız ki çünkü.  Herşey artık bize normal gelmeye başlıyor.  Normal insanlara artık anormal gözlerle bakıyoruz.  Nereye kadar...Bu konuda daha çok yazasım var ama çok uzun olacak be sevgili göçebe....Daha postu okumaya  başlamadan kaçıp gidenler olacak sırf bu nedenle.  Demedi deme sonra;)

Sana bi şey söyleyeyim mi sevgili blog?  Gördüğün gibi biz böyleyiz işte sevgili göçebem,  hem eleştiririz,  hem de güle oynaya paşa paşa büyük bir iştahla  önümüze konanları afiyetle yeriz. " Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu"  sözü doğrusu bizim için biçilmiş bir kaftan.  Sonra da işte yok efendim, tacizler artıyormuş, yok efendim boşanmalar artıyormuş, yok efendim cinayetler artıyormuş gibi laflar edip dururuz.  Artmasın da n'olsun. N'olmasını bekliyordun ki.  Son zamanlarda okullardaki şiddet neden bu kadar arttı sanıyorsunuz...ve boşanmalar....ve şiddet...ve taciz...Peki, televizyondaki evlilik programlarının artmasına ne demeli.   Bu bir rastlantı değil sanırım.
Siz önce yayınlayın içinde her türlü pisliği barındıran  aldatma, ihanet,  şiddet, kırmızı nokta içeren filmleri, sonra da gelin sizi evlendirelim, yuvanızı yapalım kandırmacaları ha.  Bravo size doğrusu, alkışlıyorum sizi!....Evet, bizleri bu hale getirdiğiniz için alkışlıyorum sizi. Bizi özümüzden ayırmayı başardığınız için de....Sağolun!....
Velhasıl kelam  dertliyim be sevgili blog.  İnternet mi  dedin? Ha o da ayrı bir konu.  Belki onu da bir gün seninle tartışırız. Şimdilik bu kadar olsun, gerisini  sonra düşünürüz.  Çünkü düşünmeye o kadar ihtiyacımız var ki.  Lafla da peynir gemisi yürümüyor ki....

Bir eleştirmedir gidiyor  bu günlerde sevgili blog,  n'olacaksa artık.  hadi hayırlısı olsun bakalım:)
tekrar görüşebilme duasıyla...
Vesselam...
****
Foto/Aslı Karakaya
Bu fotoğrafı da ilginç geldiği için  seçtim, hoşuma gitti doğrusu:)

11 Aralık 2010

illa da edep...


Türbanımı takarım
istediğimi de yaparım;
Ben özgürüm...
Ben özgürüm..
Özgürüm ben....
...
Bu tür konularda yazı yazdığım pek görülmemiştir aslında.  Zira daha çok edebi yazılara sayfamda yer vermeye çalıştığımı sayfamızı takip edenler  bilirler.  Ama gel gör ki  bugün aklıma takılan bi iki küçük ayrıntıyı yazmasam olmazdı(uzun süredir yazmak istiyordum aslında)  Dikkatimi çeken o kadar çok şey varki memleketimde.  Şimdi bunları burda yazmaya kalksam sayfalar buna yetmez sanırım.  Memeleketimden her gün gördüğüm türban manzaralarından küçük bir iki ayrıntı bugünkü aklıma takılanlar.


Yolda giderken bazı türbanlı kardeşlerimize rastlıyorum mesela.  Dönüp dönüp bakmak geliyor içimden ve  üzülüyorum doğrusu. Zira türbanlı olmakla tesettürlü olmak arasında farkı bilmeyenler o kadar çoğunluktaki /ya da işine gelmeyenler... Her türban takan kişi tesettürlü demek değildir.  Tesettürlü olmak demek, aslında edebe riayet etmek demektir. Tesettürlü olan sadece başını kapatmakla mesul değildir. Dişiliğini ön plana çıkaran kıyafetlerden da uzak durmak zorundadır..


Ama gördüğüm kadarıyla öyle giyinenler var ki "keşke şu başını da örtmeseydin be ablacığım" dedirtiyor insana.  İnsanı çileden çıkaran kıyafetler giyen türbanlılara rastlıyorum mesela, tüm gözler onda. Çünkü öyle bir giyinmiş ki, açık giyinen yanında halt etmiş(açık giyinen derken başı açık  olanlardan sözetmiyorum. Mini etekli,  makyajıyla giyim tarzıyla kendini marjinal sanıp,  avrupalılara özenti duyan hatunlardan bahsediyorum). Bu nasıl bir giyinme şeklidir ya hu!...Altı kaval üstü şişhane. Yüzüne bakınca, önce sıradan bir türbanlı gibi geliyor ama o da ne,  altında  bütün hatlarıyla karşıdakini cezbedecek şekilde vücudu tümden saran bir kot pantolon.   Üstünde daracık şeffaf bir bluz.  Yüzünde bütün bir mahalleyi boyamaya yetecek kadar boya...Takmış takıştırmış, süslenip püslenmiş, tırnaklar ojeli. Her tarafından afedersiniz ama  cinsellik akıyor,  rüküşlük tavan yapmış.   Ama olsun, başını örtmüş ya önemli olan o...


Yok böyle bir şey kardeşim, tesettür bu değil!  Bazen bu türbanlı 
kardeşlerimizin hal ve hareketleri de gözüme takılıyor, o da ayrı bir konu.  Hiç yakışmıyor bu tür davranışlar; kendini bilmez tuhaf tuhaf hareketler, böyle bir alaycı gülmeler ona buna af atmalar falan, hoş değil tabi.  Hoş bu da çok farklı bir yönü bu tür giyinen kardeşlerimizin(öyle olmayan kardeşlerimizi tenzih ederim bu arada)...Herhalukarda acı bir durum.


Baş örtmekle kalbindeki kirli noktayı örtemezsin, önce edeb ne demektir bunu bir öğren sonra başını ört.  Başörtü başımızı örter sadece, düşünceler raydan çıkmışsa başını örtmüşsün nafile..

Bunları neden yazıyorum  bilmiyorum. Herkesin fikrine saygı duyarım aslında, kapalı olmuş açık olmuş, benim için bir yere kadar önemli.  İpler bir yerden sonra kopuyorsa....Önemli olan karşıdakinin kişiliği, düşünceleri.  Dişiliğini gözler önüne serip, kişiliğinden ödün verenler tesettürden anlamayıp başını örtmeyi sadece moda sananlardır. Dar çerçevede düşünenler bundan öteye bir adım bile gidemezler.  Başımızı örtmek dinimizin gereği elbet. Başını örterken diğer yerlerini aç dememişki dinimiz.  Bunu bilmek için alim olmak da gerekmiyor.  Tesettürlü olmak ne güzel bir duygu.  Demek ki  bizler başımızıı örterken , ruhumuzdaki açlığı /açıklığı pek örtemiyoruz  ve bir şekilde bunu dışarıya yansıtma ihtiyacı duyuyoruz.  Bu tamamen imanımızın zayıflığından kaynaklanıyor.   Çünkü nefsimiz bizi bazı şeyleri  güzel göstermeye çalışıyor.  


Ah şu nefsimiz yok mu!  Şeytana uymak da cabası tabii.  Ama bunu gereği gibi  anlamayanlar,  her türlü özgürlük kisvesi adı altında, edep denen  o güzel olguyu yerle yeksan etmiş durumdalar. Bu yapılanlar  sadece teşhircilik,  başka bir şey değil! Moda adı altında üstümüze giydiğimiz her kıyafet bizim kişiliğimizi gösterir aslında. Kişiliğin yerine oturmamışsa dişiliğinle istediğin kadar rüzgarlar estir, fırtınalar kopar, bir gün gelir  kendi rüzgarında kaybolup gidersin de haberin bile olmaz.  Kişiliğinle dişiliğini böyle karman çorman karıştırdığında  ortaya ne idiğü belirisiz bir silüet çıkar ki,  işte bu çok fena..Kadınların fıtratında vardır zaten kendini  beğendirme duygusu. Ama  bu böyle olmamalı hem de hiç olmamalı!  


Güzel görünelim derken kedimizi gülünç durumlara düşürmeyelim lütfen.  Başımızı örtelim ama sırf başımızı örtmüş olmak için değil,  karşıdakine güzel ahlakımızla da örnek olalım. Müslüman olan insan, örnek olan insandır....Yani demem o ki ; edep, illa da edep! Gerisi teferruat...


**

şimdi geri dönüp baktım da yazdıklarıma,  biraz  ağır cümleler kurmuşum zannımca...aslında daha farklı bir şekilde da yazabilirdim ama etrafınızdaki bazı kendini bilmezler size böyle cümleler kurmanıza sebep olabiliyorsa yapcak bir şey yok, müsebbibi  olanlar düşünsün...bana sadece yazmak düştü...
bugün biraz acımasızım galiba:)

05 Aralık 2010

aşk sustukça, çay demini buldukça tatlanır...


"Demini bulmuş zamanları içeriz an hikayesine benzeyen yudumlarda... Garson sade bir çay lütfen! Buruk/vuruk yanlarına benzeyen hayatın... Demini bulacaksa hikaye, ateşle dem arasında (su/dan) bahaneler olsun! Şeffaf suların elçiliğinde demin nezaketine hürmeten... Öpü/lü/şün renginde can bardaklarda..." 
***
"Gün batarken -ne bileyim- kızıllık mı boyar çayları... Ağaçların altında mesela... Rüzgâr mı karıştırır bardakları... Semaverden mi bu yayılan koku... Gün yaprakların arasından göz kırpar... "Elveda" gibi yapraklar... Çay renginde midir âlem... Ya bu sohbetimiz...
Dem rengin de/midir?..."


(baharbestesi)