21 Şubat 2011

her şeyin bir anlamı olmalı.....


"İnsan düşüyor, kalkıyor, kendisine bir hikâye kuruyor. Kendi hikâyesine çok inanıyor, az inanıyor, hiç inanmıyor. Başkalarının hikâyesine inanıyor. Kendisine inanılacak değişik hikâyeler buluyor. Bir ömrü bir hikâyenin parçası olmak için tüketiyor. 

Bana diyorsun ki "Bu dünya anlamsız; ben burada olmayı kendim seçmedim." Bu sözcüklerde burası ile orası arasında asılı duran bir hayatın izleri var. Yokluk ve varlık arasında yürüyen bir ip cambazının hüneri. 

Şimdi diyorum ki ben sana, her şeyin bir anlamı var. Çiçeğin, böceğin, dalları eğen rüzgârın, ağzımızdan çıktıktan sonra yüzyıllarca uzayda asılı duran sözcüklerin bir anlamı var. 

Konuşuyoruz seninle. Yavaş yavaş iyileştiğini hissediyorum. Öfken azalıyor. Artık Tanrı'ya kızmıyor gibisin. Ve artık şükür ki, yaralarından ibaret değilsin. Hayatın çiçek tozları gibi oradan oraya neşe içinde uçuşuyor. Varoluşuna sinen ıstırap sanki daha derinlere, kımıldadığında hissetmeyeceğin bir yerlere iniyor. Onunla da başın hoş olsun, çünkü bir anlamı var..."



 *******
İçinde bulunduğumuz çağ, "şimdi"yi  yaşamamıza fırsat vermiyor, her şey gelecek için yapılıyor.  Aynı anda o kadar çok şey yapıyoruz ki insani ilişkilerimiz gün içinde hallediliveren işlerden sadece biri haline geliyor.  İşkoliklik, kendine sevdalanmanın değişik bir örneği olarak genç profesyoneller arasında yükseliyor. Hayatın ritimlerini pazarın ritimlerine ayarlayan, ancak paraya tahvil edilebilen değerlere önem atfeden yeni bir benlik, küresel rüzgârla birlikte dünyaya yayılıyor.

"Her şey çok hızlı gerçekleştiğinde kimse hiçbir şeyden emin olamaz,  kendisinden bile "diye yazmıştı Kundera; "Yavaşlık" adlı romanında. Gerçekten de hız bizi uyuşturuyor. Artık her yerde ve hiçbir yerdeyiz. Aslında bütün varlığımızla hiçbir yerde değiliz, parça parça orada ve buradayız. Hızlandıkça zaman kazanmıyor, sadece parçalanıyoruz.

Kendimizi bulmak için hayatın kendi ritmine geri dönmeye ihtiyacımız var. İşte bu yüzden, kendi kendimize "Yavaşla!" diyoruz.  Çünkü yavaş güzeldir...



(K.Sayar'ın kitap özetlerinden alıntılanmıştır..)


********
Sonuç;
"Kendine  iyi bak'...." derler, klasik bir temenni...Kendini bulamayan kendine nasıl iyi bakabilir...Kaybettiklerimiz içinde en büyük yer tutan,   var oluşun  en büyük göstergesi olan  "kendimiz";  hayatımızın en büyük tanığıdır....Hayatın akışında yerini bulamayan her duygu,   kendimiz olma potansiyelini de  adım adım geriye sürükler, kaybettirir izini.  Kaybolduğumuzda ise her şey çok geç olabilir ve geriye baktığımızda bir daha bıraktıklarımzı aynı yerde bulamayabiliriz...


Kendine iyi bak, yani kendine aynada iyi bak; hayatın aynasında...Aynayı sana doğru tüm ışığyla  tutan BİRİ var ve sen O'na  b/ak...Yani kısacası kendine iyi bak....İyice....
 ....
Hayat "sıkı tut!" beni der, düşmeyeyim.
Biz  n'aparız;  tutanaklar tutarız aleyhinde...


*****
Hayat devam ediyor dönmeye, döndürmeye....hayat sen  belki de hep olduğun gibiydin de, değişen  sadece bizdik; dönen hep biz olduk  s/özümüzden belki de...
Bünyemiz alışık değildi  sen(siz)liğe;   sonra  alıştık..alıştırdın bizi kendine iyiden iyiye. 
Şimdi ise ellerimiz semada, göçebe olan ruhumuzu arıyoruz....
Kendimizİ arıyoruz....
.... 
Evet, herşeyin bir anlamı var....
.... 
Kendine iyi bak...




foto/  her şeyin bir anlamı olmalı...
 

14 Şubat 2011

Gül-i Râna(Sen e-fendim!...)



Ey Nebî, yolda kalmışlığımızı yüzümüze vurma n’olur! Pürkusur halimizle gelip de aklayamazsak kendimizi mizanda, bizi önce sen sitemli gözlerinle utancın nârına atma, n’olur! 
Ey Nebî!
Seni yaratılmış tüm zerreler miktarınca sâlat ve selamla anıyoruz; utanarak... 
Ey Nebî! 
Şefaâtini umarak...

01 Şubat 2011

kar senfonisi ve çay.....





Hiç dikkat ettiniz mi? Çay ile kahvenin can sıkıntısıyla ilişkileri çok farklı! Çay sıkıntıyı çekilir kılıyor. Üst üste çay içerek tatlı tatlı sıkılmaya devam edebilirsiniz ama kahve can sıkıntısıyla sanki kavgalı. Keyif seviyor kahve. Ya da sıkılmayı bir yana bırakıp çalışmamızı istiyor. Çalışırken kahvenin eşliğine diyecek yok! 

****
İnsan kahveyle kendini, çayla dünyayı seviyor. 


*****
Sevilmek güzelleştirir insanı. Kesindir bu. Ama güzel olduğunuz için sevileceğiniz noktasında bir kesinlik yoktur.

*****
Ne işle uğraştığını soruyorum... Kısık bir sesle ve çok bildik bir meslekten söz ediyormuş gibi karşılık veriyor: "Bekliyorum." Ardından bakışlarımı fark edip sakin bir gülümseyiş eşliğinde "bilir misin, nasıl yorucu bir iştir" diyor... Sonra öğreniyorum; sevdiği kız yıllar önce okumaya büyük şehire gittiğinden beri yarı deli, yarı akıllıymış. Kasabanın meydanındaki bu kahvede öğleden sonraları oturur, beklermiş!.. Oradan ayrılmak üzere minibüse binmeden önce yine kahveye uğruyorum. Yine oturuyor. Önünde boş bir çay bardağı. Şakaklarındaki kırlaşmış saçlara bakıyorum. Ne çok zaman geçmiş demek ki! Ama ya hali tavrı, oturuşu... Bu nasıl bir kararlılıktır! Ürperiyorum. Karşımdaki şey delilik mi? Evet! Ama ne yalan söyleyeyim, basbayağı aşk var duruşunda!...
 ****

Hayal kırıklığı! Tut beni der sevgili, düşüyorum! 
Oysa onu uçuyor sanmışız, öyle sevmişizdir...

(H.Babaoğlu/Pazar Notları)
Foto: Cem Aldaş


******
kar bu yazının neresinde, üstelik fotoğrafta da kar falan göremiyorum diyorsun değil mi , göç etmekten yorgun  düşmüş  çok sevgili bloğum?..camdan dışarı bakarsan görürsün...
"her yerde kar var" şarkısını dinlemeyeli çok uzun zaman olmuştu, sen de biliyorsun...
"karlar düşer, düşer düşer ağlarım.." demeyeceğim tabi ki...kar bu, şimdi tam zamanı işte; pencere kenarına iliş, kitabını eline al,  çayını yudumla...daha ne olsun:)